12 Aralık 2013

amirim yazmış yine

Din, coğrafya, kültür gibi bahanelerle bizi bizden ayıran siyasi sınırların ticaret sayesinde soluklaşması tesadüf değil. Para en kuvvetli birleştirici ve herkes kendi payına düşeni köpürtmeye fena halde meyilli.

Zihnimizde alım, satım ve pazarlamayla özdeşleşmiş olsa da küreselleşmenin üretimle bağlantısını görmezden gelmek mümkün değil. Bu dev sistemin en can alıcı, olmazsa olmaz; ama gelirin en azına mahkûm bileşeni, mağduru üreticiler. Belleği Kore ve Japonya’dan, ekranı Kore ve Tayvan’dan, çipleri Avrupa’dan, metal aksamı Afrika ve Asya’dan, yarı-iletkenleri Almanya ve Tayvan’dan toparlanıp Çin’de birleştirilen iPhone ve iPad günün sonunda bir ABD markasıdır (yerli otomobil, yerli telefon benzeri tartışmalar her hortladığında bu örnek aklınıza gelsin). Biraz önce adı geçen ülkelerin neredeyse hepsi bilgi, teknoloji ve üretim yeteneklerini kendi iPhone ve iPad’lerini yaratmak için kullandı. Hiçbiri kötü bir taklitten öteye gidemedi. Çünkü Apple’ın sattığı şey teknoloji değil; algı ve yaşam biçimi.

Bir Samsung telefon sahibi muhtemelen cihazının ağırlığından, işlemcisinin hızına kadar her detayını bilir. Oysa iPhone kullanıcısı işlemcisinin varlığından bile haberdar değildir.

Katma değer - çakma değer
Üretmenin kârlı olmaya devam ettiği çok az sektör var (uyuşturucu ve savunma sanayii gibi). Tüketici elektroniği kesinlikle bunlardan biri değil. Yine Apple örneğinden gidersek, en ucuz iPhone’un satış fiyatındaki işçilik maliyeti yüzde 1’i ancak buluyor. Bu oranı koruyabilmek için Çin’de yüz binlerce işçi haftada en az altı gün, günde en az 12 saat insanlık dışı şartlarda çalışıyor. Maaşları elleriyle ürettikleri telefonun fiyatına yaklaşamıyor bile.

Ama biz bunlarla ilgilenmek istemiyoruz. Görmek istemediğimiz ama umursamamız gereken daha çok şey var. Bu cihazların bileşenleri gibi. Bu konuda çarpıcı sonuçlar yaratan girişimlerden biri Danimarkalı yönetmen Frank Piasecki Poulsen’dan gelmişti. Blood in the Mobile (Cep Telefonundaki Kan) adlı belgeselinde Poulsen baştan çıkarıcı reklamlarla tanıtılıp ışıltılı raflarda, pırıl pırıl kutularda satılan cep telefonlarının anlatılmayan hikâyelerine bakıyor. Özetlemeye çalışayım. Teknolojik cihazlarda kullanılan mineraller haritada yerini bile göstermekte zorlanacağınız ülkelerdeki madenlerden çıkarılıyor. Biz teknoloji tutkunları yeni cihazlara sahip olabilelim diye çoğunluğu çocuklardan oluşan binlerce insan hayal bile edemeyeceğiniz koşullarda, karın tokluğuna, ölümle burun buruna çalışıyor.

Elektronik cihazların temel bileşenlerinden koltan ve kassiterit madenleri konusunda en zengin ülke Kongo. Dev teknoloji şirketleri bu madenleri kendilerine bağlı paravan şirketler üstünden, adı iç savaşla özdeşleşmiş bu kara talihli ülkeden alıyor. Savaş baronlarının işlettiği madenlerin yarattığı gelir iç savaşı finanse ediyor. Dehşetin boyutunu ve üretici firmaların bu konudaki pişkinliğini tahmin etmeniz mümkün değil (bit.ly/1f2FQf2 ve bit.ly/1f2GusM adreslerindeki videoları izlemenizi öneririm).

Sahip olduğu yeraltı zenginliğiyle lanetlenen tek ülke Kongo değil. Bu nadir elementlerin önemli bir kısmı da Afganistan’da bulunuyor. ABD’li mühendislerin istihbarat çalışmaları ülkede dünyanın en az 10 yıllık ihtiyacını karşılayacak kadar mineral bulunduğunu ortaya çıkardı. En kötümser tahminle 7,5 milyar dolarlık rezerv bulunuyor. Ülkenin 420 milyar dolarlık demir rezervi yanında belki lafı bile olmaz ancak nadir elementleri diğer her şeyden farklı konuma taşıyan bir ayrıntı var: Muadilleri yok. Yani onların yerine başka elementler kullanmamız mümkün değil.

Oyunun sonuna doğru
Bir sosyal medya paylaşımının izini takip ederken ulaştığım ABD Yale Üniversitesi’nin araştırması şu ana kadar gözden kaçan bu gerçeği belgeleriyle ortaya koyuyor (bit.ly/1f2KAkM).

Rapora göre tablet bilgisayarlardan güneş enerjisi panellerine kadar her teknolojik nimetin muhtaç olduğu demir, bakır, krom, kurşun gibi 62 metal ve yarı metal var. Ve bu bileşenlerin hiçbiri için alternatifimiz yok. Rezervler de hızla tükeniyor. Dolayısıyla 30 yıl sonra cihaz üretemeyecek duruma gelmek de var. Çoğunuzun aklına geri dönüşüm seçeneği gelmiş olmalı. Onun daha hazin bir öyküsü var. Belki başka bir yazıda bakarız.

Şimdi dünyadaki gelişmelerden haberdar olmak için bu kadar araç, hizmet ve imkânımız varken böylesine önemli konuların gözümüzden nasıl kaçtığını düşünmeliyiz esas. İnterneti bir pop-kültür kuluçkasına çevirme gayretimizde şaşırtıcı derecede başarılı olduk belli ki. Ama bu hiçbir şeyi çözmüyor. Daha da önemlisi; elimizde bunca güçlü araçlar varken bizi bu gerçeklere karşı böylesine duyarsızlaştıran, çaresiz hissettiren şey nedir?
İnternetsiz Twitter hizmeti

220 milyon kullanıcıya ulaşan Twitter, kullanıcı sayısı ve etkinliğini arttırmak için gelişmekte olan ülkelerde yaygınlaşmayı hedefliyor. Ancak önündeki en büyük engel cep telefonu standartları. Elektrik hizmetinin bile sorunlu olduğu bu ülkelerde kullanıcıların büyük bölümü dokuz tuşlu geleneksel cep telefonları kullanıyor. Google Talk ve Facebook’un SMS üstünden çalışmasını sağlayan Singapurlu U2opia şirketiyle anlaşan Twitter’ın yakın gelecekte internete ihtiyaç duymadan sadece SMS ile çalışan metin tabanlı bir versiyonu duyurması bekleniyor.

Kaynak:Serdar Kuzuloğlu Radikal gazetesi 11.12.2013 tarihli yazısı

Hiç yorum yok: